
Hedef ve gayesini ahirete sabitlemek ve dünyadan da nasibini unutmamakla emrolunmuş kişidir Mü’min.[1] Hayatını bu minval ve düstur üzere yaşamakla mükellef kılınmış Mü’min için tüm ahvâl ve şerâit içinde tevekkül ve sabırla hareket etmek, istikameti için temel esaslardan biridir. Zira Mü’min, başka bir açıdan bakıldığında zahiren hoşuna gitmeyen şeylerin bazen hayırlı, çokça talep edip heves ettiği şeylerinse kimi zaman hakkında şerli olduğuna dikkat çeken bir kitaba[2] iman etmiştir.
Yaşadığımız hayat içinde başımıza gelen hemen her vakıaya karşı nasıl bakmamız gerektiği yönünde aslî kaideler olarak niteleyebileceğimiz noktalara dikkat çekmektedir Kur’an ve Sünnet. Ne var ki, birçok noktada yaşadığımız köklerimize yabancılaşma, müktesebatımızdan uzaklaşma musibeti fikrî alanda da vurdu bizleri. Öyle ki, bugün karşılaştığımız hadiselere Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in göstererek tayin buyurduğu zaviyeden değil de, bilcümle “izm”lerin farkına vardığımız veya varamadığımız şekilde zihinlerimizi şekillendirdiği perspektiflerden bakmaya başladık. Müşahhas bir mevzu çerçevesinde bu durumu ele alacak olursak, Mü’minin musibetler karşısındaki tavrı ve duruşunun nasıl olması gerektiği şeklindeki sorunun cevabını da hangi kaynakta arayacağımızı bilemez hale geldik.
[1] Kasas, 77
[2] Bakara, 216
Not: Yazının devamı İsmailağa Dergisi'nin Haziran 2020 sayısının içinde...