top of page

MEHMET ŞAHİN İLE SÖYLEŞİ

Not: Bu söyleşi 1997 yılında yapılmış olup, tarihi niteliği nedeniyle arşivlenmiştir...

BD: Mehmet Şahin kimdir? Ne yapmıştır? Kung-fu'nun dünden bugüne Türkiye'deki gelişiminde katkıları neler olmuştur? Kendi dilinden öğrenebilir miyiz?

M.Ş.: Tabii, memnuniyetle. Bu bir tarihi geriye doğru işleten bir soru, bizde bu itibarla başladığımız yerden kısaca başlıklarla hatırlayabildiğimiz anılarla gelişimiyle Kung-fu, yada benim sevdiğim tabiriyle dövüş sanatlarının, nasıl geliştiğini, nasıl bir mücadeleyle bugünlere geldiğini özetlemek, tarihi süzgeçte gerçekler ışığında yapmak isterim. Onun içinde tabii biraz anımsamak, geriye dönmek, aklımızda kalan anıları tekrar yaşamak, bir hal üzere olduğu için bizleri farklı hislere taşıyacaktır.1960 İstanbul'un Beyoğlu ilçesi, Sütlüce mahallesinde doğdum. İlk öğrenimim sonrası iş hayatıma Babam, ağabeyim ve dayılarımla birlikte pazarcılık ve Yeşildirek'te konfeksiyon imalat ve pazarlamacılıkla devam ettim. Bu arada Ailemizde, ağabeyim ve dayılarımın Boks ve Güreşle ilgileniyor olmalarından istifadeyle, evimizin bahçesinde onlarla birlikte az çok uygulamalar yaparak büyüdüm. Evli ve 3 çocuk babasıyım. 1984 yılından bu yana da Konfeksiyon ihracatıyla devam ettim.

Biz 1975-1976 yılları arasında, Beyoğlu Akıncılar teşkilatının Kasımpaşa tesislerinde çalışmalar yaptık. O tarihlerde yakılmadan önce Kasımpaşa spor kulübünün salonu vardı. Burada Judo Antrenörü olan bir ağabeyimiz vardı. Aynı zamanda Akıncılar teşkilatının'da Judo hocasıydı. Zannediyorum bu arkadaş şimdi hayattadır, iyi bir arkadaştı ve iyi bir Judo antrenörüydü. Biz kendi bilgilerinden de faydalandık. Bu arkadaşın söylediği şuydu; "benim salonumda Enver Beygova adlı bir şahıs var, ben ona söyledim ki sen Kung-fu'cu ol, piyasada Karate'ci, Taekwando'cu ve Judo'cu var, ancak Kung-fu'cu kimse yok.

Bizden önce olduğunu zannediyorum, bizde Kung-Fu dedik ama, o şahısın grup kurarak Kung-fu ismini kullanması daha önceden oldu. Fakat şunu söylemeden geçemeyeceğim. Hakikat olduğu için şunu söyleyeyim, Judo hocası Hikmet Kozbey'in söylediği gibi ve benim gördüğümü söylüyorum. 1976 yılında Kasımpaşa Spor kulübünde, Enver Beygova çalışmalar yaptırıyordu. Beyaz elbiseler, Japonca terimler ve karate teknikleriyle yapılan bu çalışmalar Kung-Fu diye lanse ediliyordu.


BD: Karate, Tekwando veya Judo'dan öğrenilenler Kung-fu diye, yani yeni bir şeymiş gibi zarflanarak o yıllarda filmlerle gelen Kung-fu sempatisi istismar mı ediliyordu?

M.Ş.: Evet aynen öyle, bizim de Kung-fu hakkında edindiğimiz bilgilere tamamen zıttı. Ogün ve bugün bu arkadaşla ilgilenmedik ve görüşüp konuşmadık. Kung-Fu çalıştırdığı iddiası var, sistem yok. Gerçi o şahıs o gün ve bugün hep Shaolin ismini kullandı ve herhalde böyle de devam ediyor. Yaşadığımız ve duyduğumuz bu ve bunun gibi şahıslarla ilgili çok daha ilginç ve bir kadar'da bu camia açısından utandırıcı mevzular var, ancak bunları şimdilik kaydıyla burada zikretmek istemiyorum.


BD.: Bir çok klüp var, Shaolin veya Kung-fu yaptığını iddia eden. Biz bunlardan hangilerinin doğru çalışmayı yapıp yapmadıklarını nereden anlayacağız? 

M.Ş.: Bizce Shaolin veya Kung-fu demelerinin bir sakıncası yok, fakat onu bildikten sonra. Onu biliyorsa desin, ancak bilmiyorsa ben Shaolin veya Kung-fu yapıyorum demesin, o zaman yalancı durumuna düşüyor. Bu duruma düşülmesi çok kötü ,bir kere yalancı olmamak gerekiyor ve en önemlisi yapılanlar yalan üzerine inşa edilirse bu işin ruhuna aykırı olur. Dövüş sanatçısı ahlakına aykırı, biz böyle şeyleri benimsemiyoruz. Şimdi soruyorsunuz doğru, yanlış nasıl ayıracaksınız diye. Bizim gibi uluslararası ilişkileri olan ve en azından organizasyonların nasıl çalıştığını bilenler için bu tespiti yapmak zor değil ancak, bulunduğu bölgede bu sanatlardan birine seyrettiği bir filmden özenerek salon arayıp müracaat edenler için bu o kadar da kolay değil. Yinede bir şeyler söylememiz gerekecekse, konuyla alakalı ciddi bir yayın alarak tercihleriyle alakalı bilgi toplamaları ve sırasıyla buraları gezmek, takip etmek ve denemek suretiyle kendilerine uygunluğu test edilmelidir. Ancak bugün bu tür yerlere spor olsun diye gidildiğinden, en yakın yer tercih edilmektedir ve test edilmemektedir. Böylece birkaç ay gidildikten sonra, beklentiler karşılanamayınca ya hepten uzaklaşılmakta veya benzer yerlerde zaman kaybedilmektedir. Gidilen yerin ne çalıştırdığı, kim tarafından çalıştırıldığı, çalıştırıcısının nereden, kimden ve ne kadar öğrendiği soruşturulmalı ve öğrenilmelidir.


BD: Kardeşiniz Mustafa Şahin'in ve organizasyonu'nun ve Wing Tsun sisteminin dışında bildiğiniz ciddi bir çalışma var mı?

M.Ş.: Bizim 1981'de başlatmış olduğumuz Türkiye'de Kung-fu'nun gerçek manada organizasyon olması, TWTO vasıtasıyla olmuştur, yani ilktir. Şu anda benim bildiğim kadarıyla, varsa bilmiyor durum, varsa da böyle kuruluşları kabul ediyorum ve bunu zaten baştan söylüyorum, ama şu anda da olduğunu sanmıyorum. Bütün bunları bildiklerim ve duyduklarım üzerine söylüyorum. Varsa da zaten inkar etmiyorum, ama ilk TWTO'ydu. Ve bugün'de WTEO olarak çalışmalarını halende devam ettirmektedir. Bunun dışında yurt dışında organizasyonlarla bazı kişilerinde ilişkileri oldu. Mesela bir Sayın Yılmaz Aydın'ın bu tür ilişkileri oldu, fakat hiçbir zaman bir sistem manasıyla olmadı. Yani yurt dışındaki kuruluşlarla, özel federasyon ve derneklerle bir diploma alışverişi ve birtakım sportif müsabakalara gidip gelme biçimi dışına çıkılamadı. Bunlar birer ticari ilişki olarak ve dostlar alışverişte görsün anlayışının tezahürü olarak kaldı. Ben böyle olduğunu düşünüyorum ve hatta bu konuda kendisini çok kez uyardım da. Böyle yapmamasını, gelecekte kendi öğrencileriyle problemler yaşayabileceğini o yıllarda söyledim. Ve zaman gösterdi ki, Sayın Yılmaz Aydın ve Sayın Aziz Köp gibilerinin organizasyonları içinde ve dışında birçok kişiyle problemleri oldu, buda bizim haklılığımızı çıkartmış oldu. Bu arkadaşlar Avrupa'ya gidip geldiler, değişik zamanlarda, değişik kuruluşlarla ilişkilerde bulundular. Ancak, bu ilişkiler uzun süreli olmadı. TWTO'da ki gibi sıfırdan ilişkiler başlatılıp geliştirilemedi. Onların ki sadece ticari bir ilişki, mümessillik olarak kaldı. Gerçi her kimin temsilcisiyiz dediyseler de, o kişi ve kuruluşlar tarafından her zaman da reddedildiler (yalanlandılar). Kullandıkları isimler dışarıdan, ancak uygulanan teknik ve pratikler kendinden olup, sonuçta geliştirme ve ilerleme olmadan böyle yol alınca bitmeye ve cazibelerini yitirmeye başladılar. Zaten bitmeyecek bir enerjiniz ve birikiminiz varsa onu Shaolin ve bunun gibi isimlerle kullanmanız gerekmiyor. Bu şekilde ne yapacaksınız kendi öz kültür ve değerlerinizi, dilinizi de kullanarak tamamen kendinize ait ölümsüzleşecek bir sanat ortaya koymalısınız. Onu yapamıyorsanız ve de Shaolin diyorsanız onu uzmanından öğrenecek ve uygulayacaksınız.


BD: Hocam dil, kültür diyorsunuz da o meseleye geleceğim. Zaten meselenin bam teli orası. Fakat şimdi siz diyorsunuz ki Wing Tsun Kung-fu'nun haricinde ciddi bir çalışma yapan yok, varsa da ben bilmiyorum. Bu insanlar binlerce, on binlerce ve hatta yüz binlerce gencin kanını emiyorlar ve gençliğini, zamanını ve parasını alıyorlar. Büyük bir rant mı var, bu yüzden mi bu işe girdiler. Başka bir şey aklıma gelmiyor.


M.Ş.: Evet, bu doğru bir tesbit. Bu tesbitiniz her ne kadar doğruysa da, bazı arkadaşların fiziki olarak dövüşçü olduklarını söyleyebilirim. Organizasyonlarını her ne kadar yalan üzerine inşa etmişseler de, fiziki olarak iyi dövüşçü arkadaşlarda var. Aldıkları karşılığında yanlış ve yalan isim kullandılar ama, kısmen de olsa dövüş sanatlarını sevdirdiler ve öğrettiler. Bu durumda onları sizin belirttiğiniz gibi, tam üçkağıtçı anlamında şarlatan olarak nitelendiremeyiz. Yılmaz Aydın, Aziz Köp, Cevat Alp ve ismini burada şimdi zikredemeyeceğimiz birçok emeği, faydası ve zararı geçmiş birkaçı üzerinde durmak istiyorum. Bunlar dediğim gibi fiziken cesur iyi birer dövüşçüler. Ancak işin ruhuna aykırı işler içinde bulunmuşlar ve hata yapmışlardır, buda düşük ayar altın satmak gibi bir şey. Biz defalarca kendilerini uyardık, dedik ki arkadaşlar biz birlikte yola çıktık. Bir zamanlar elbisesiyle ve hareketleriyle bizle alay edenler, aşağılamaya kalkanlara biz anında cevap verdik. Kung-Fu ne ki?, artistlik mi? diyenlere anında cevap vererek ne olup olmadığını gösterdik. Kurulan organizasyonları devam ettirmediler. Şimdi biz diliyle ve kültürüyle bütünleşen bir dövüş sanatını 1995 yılı itibariyle gündemin merkezine oturttuk, tabii bunu ilk kez sizin derginize açıklıyorum. Buda belki sizin ve belki benim için onur vesilesi. Yani gündem nedir?


Türkiye de ilk defa olan bir şey. Diliyle, kültürüyle ve her şeyiyle ortaya bir dövüş sanatı çıkıyor. Adı Japonca ve Çince değil, tamamen Türkçe olan bu yeni sistemin adı ilk defa sizin derginizde yayınlanacak. 1976 yılından 1995 yılına geçen bu uzun süreçte çalışmalarımız meyvesini verdi. İşte bu yeni sistemin adı ''KARAYILAN MUŞTZEN '' dir. Bunun ne olduğuna girmeden ana mevzulara devam etmek istiyorum. Yani ne olup olmadığı üzerine ele alır anlatırız. Dünya görüşümden destekli oluşan bu ilk Türk dövüş sanatının adı demin de ifade ettiğim gibi ''KARAYILAN MUŞTZEN'' dir.


Bu ülkemiz ve insanlarımız için bir müjdedir. Çünkü, bugün Dünyadaki dövüş sanatlarının listesi yapılırken Endonezya'dan, Japonya'dan, Kore'den, Çin'den, Hong Kong'dan, Malezya'dan, Wietnam'dan, Brezilya'dan, Fransa'dan ve birçok ülkeden sistemler var. Dünyada herkesin kabul ettiği bir şey var ki Türk dövüşçüdür. Orta Asya da ki yaşantıları ve Anadolu'ya geçişleri, savaşçılıkları malumdur. Bütün bunlar görmezlikten gelinmiş, bugüne kadarda tamamen Türk yada Müslümanları ilgilendiren bir dövüş-savunma sistemi ortaya koyulamamış, yani biz bu durumu daha ilk çalışmaya başladığımız yıllarda Müslüman Türk olarak tespit etmiştik, bugünde bunu ortaya koyabildik. Bu Anadolu kıtası için onur verici bir olaydır. Bundan sonra yaptığımız çalışmaları Kung-fu, Karate ve Taekwando gibi menşei yabancı terimlerle ifade etmek zorunda değiliz, sporcularımız ben Muştzen yapıyorum diyebilecektir. İsteyen özel kendi savunması için yapacak, isteyen spor için yapacaktır.


Bu yeni dövüş sanatı'nı asra damgasını vuracak bir anlayışın spordaki tezahürü şeklinde ele alıyoruz. Yeni asrın bu sanatının bugün anlaşılamaz olsa da, yarın herkes tarafından kolayca anlaşılacağından eminiz. Biz bugünde bütün olaylar çerçevesinde diyoruz ki, insanlarımız Kick-Boks ve benzeri spor karşılaşmalarına girebilir, fakat sen necisin dedikleri zaman ben Karate'ci, Taekwando'cu veya Kick-Boks'cu gibi isimler kullanması gerekmeyecek. Ben Karayılan Muştzen yapıyorum, dövüş sanatım budur benim diyebilecektir. Ancak bu bir sistemdir, tamamen ve organize bir şekilde öğretilecektir.


Tamamen akademik bir çalışmayla, Türkiye'den tüm Dünya'ya yayılmasını arzuluyor ve hedefliyoruz. Bizim her şartlarda yapabileceğimize inandığımız bu çalışmaları kamuoyuna duyuruyor ve ilan ediyoruz. Ben burada parantezi kapatıp 1974-1977 Beyoğlu Akıncılarda bahsettiğim çalışmaları, 1979'da MTTB'de, daha sonra Fatih Olimpiyat'ta ve daha sonrada 1981'e gelindiğinde Bayrampaşa'da faaliyete geçirdiğim özel spor salonumda devam ettirdim.


Bu yıllarda Sayın Ferhat Özsert'le ilişkilerim oldu, çalışmalar yaptık ve uzun süren beraberliğimiz oldu. Kendileri cesur, samimi ve dövüş sanatlarını aşkla yapan bir hoca ve arkadaştı. Karate federasyonu kuruluş çalışmalarında Karakuşak dergisi sahibi Sayın Muzaffer Ilıcak ve muhabirleri vasıtasıyla Karate ve diğer dövüş sanatı antrenörü arkadaşları bir araya getirme kararı aldık. Bir iki toplantı sonrası, bizde Kung-fu grubu olarak federasyon içinde yer alabilirdik. Fakat benim uğraşlarımın dışında hiçbir arkadaşın bunda bir katkısı olmadı, ortalarda yoktular ve gelmediler. Sayın Enver Hancı'ya bile davete gitmiştik ve bu davete icabet etmesinin ürünü olarak Kenpo Karate olarak federasyon'da yerini almıştı bile. Kenpo Karate onun hatasıyla bitti, bilgilerini artırsın diye yurtdışı ilişkilerini sürdürsün istedik. En azından kendisi gidemiyorsa da, güvendiği birilerini eğitim için göndersin ve Kenpo bitmesin istedik. Nede olsa bizim ilk aşkımız, ilk tanıyıp ve öğrendiğimiz sistemdi Kenpo Karate. Ancak bu yenilenememe durumundan dolayı, bizler yollarımızı değiştirmek zorunda kalmıştık ta o yıllarda. Diğer Kung-fu yaptığını iddia eden arkadaşlarda davete icabet etselerdi ve kendilerini yenileyebilselerdi, bugün çoktan federasyon olabilmişlerdi diye düşünüyorum. Daha sonraları bir kez daha dolaylı olarak Kung-fu antrenörlerini bir araya getirmek istediler. Judo ve Karate Federasyonu Başkanı sayın İbrahim Öztek ve kardeşi Aydın Öztek ile kendi salonlarında toplandık. Gelenlere şunu dediler; "biz istiyoruz ki Kung-fu federasyonu değil de, Karate adı altında, Karate katalarını öğrenip-öğreterek daha iyi olun.  Ben de dedim ki; "bu ne demek? Hem Karate katasını öğrenip ve öğreteceğim ve hem de yaptırdığım şeye Kung-fu diyeceğim. Onu da demem gerekmiyor, madem öyle Karate yapayım ve öğrencilere de karate yaptırıyorum diyeyim." Tabii Kung-Fu yapan Antrenörlerden bazıları Federasyonla daha önceden anlaşarak Karate Antrenörü diploması almışlar, biz Karate yapacağız demişler. Bir Yılmaz Aydın böyle yapanlardan bunu herkes biliyor.


Biz Karate'yi de yapabiliriz dedik ve zaten Sayın Ferhat Özsert'le de bu çalışmaları yaptık. Ferhat Özsert hocanın bize vereceği Kyokushin-Kai karate'nin özelliklerini öğretmekti. Çalıştık ve imtihanlara da girdik ve ben 2.Dan derecesini hak ettim ve aldım. Bunun Federasyonca tasdik edilmesini isteyince birtakım oyunlar oldu. Hiçbir oyuna boyun eğmedik bugüne kadar. İmtihanlara hile karıştırdılar, önceden belirledikleri isimlere sadece belge verdiler. Federasyon içine girilmemesi, girilen imtihanlara hile karıştırılması bütün bunlar belki de böyle sonuçlanması daha hayırlı oldu. Daha sonra yine yapılan bir toplantıda, siz eğer Kung-fu yapmaya devam ederseniz ve de Karate yapmazsanız sizin salonlarınızı kapatırız diyen Aydın Öztek'e, benim sinirlenerek verdiğim cevap aynen şöyle oldu; "Biz Kung-fu yapmaya devam edeceğiz, sizler bizim Kung-fu yapmamıza engel olacak güçteyseniz, buyurun gelin biz sizi bekliyoruz. Bütün katılımcı arkadaşlarında bana destek vermeleriyle toplantı alanı'nı terk ettik. Biz Kung-fu'cuyuz, Federasyonda yer alacaksak bunun nasılını biz tespit ederiz, siz önce buna karar veriniz. Deyin ki tamam siz gelin federasyona bağlı bir bürosunuz, biz ne yapacağımızı ortaya koyalım, bunu siz tespit etmeyiniz. Onlar bizlere karate elbiselerini giyerek, imtihanlara girme gibi dayatmalar ileri sürdüler. Böylece bizler orayı terk etmek zorunda kaldık ve bir daha da Karatecilerle bir araya gelmedik.



BD.: O kadar güzel anlatıyorsunuz ki, soru sormak üzere araya girmemiz bile gerekmiyor ve anaşılıyor ki bütün olanları konuşsak bitecek gibiye benzemiyor.

M.Ş.: Daha geçmişten anlatılacak çok ilginç ve bilinmesi gereken hadiseler var ki, sizinde dediğiniz gibi bir defada bitecek gibi değil.


BD: Hocam, bu anlattıklarınızdan çıkarmış olduğumuz sonuca göre dövüş sanatları camiası veya Kung-fu camiası haksızlıklarla ve büyük yanlışlıklarla iç içe bir süreç geçirmiş. İşin Ahlaki yönünden yoksun olarak geçirilen ve harcanan bu koca yıllarda garip olanı bir eksiklik de hissedilmemiş, kişiler birbirlerini ve çevrelerindekileri kandıradurmuşlar. Ciddi manada kim ve ne için organize olma gerekliliğinin cevabı verilememiş. Ben Federasyon mevzuuna girmek istemiyorum, niçin Federasyon olması gerektiğini düşünebilen yok ki, Federasyondan bahsedilebilsin. Ayrıca güzel bir şeyler yapılabilmesi için Federasyon gerekli mi?, değil mi? Orası da ayrı mevzuu. Burada sormak istiyorum, Dövüş sanatlarının Ahlak ile ilişkisi, Ahlaksız bir dövüş sanatından ve sisteminden söz edilebilir mi? Dövüşçünün ahlaki durumu ne olmalı ve dövüş deyince ne anlamamız gerekiyor?

M.Ş.: Çok geniş ve güzel bir soru. Ne olup olmadığının defalarca anlatılmaya çalışıldığı bir soru.


BD: Ahlak deyince; ruhun içine işlemiş işletici sıfat ve insanı harekete geçiren keyfiyet olarak anlıyoruz. O olmayınca faaliyetlerde doğru olmuyor. İyi ve kötü sıfatını kazandıran keyfiyet Ahlak. Şimdiye kadar anlattığınız iyi ve kötü oluşumlarda isimlerini zikrettiğimiz ve zikretmediğimiz ve düşük ayarda altın satıyorlar dediğiniz kişileri, yani işin o ahlaki cephesini tutanlar olarak anladım. Diğerlerini ise tam ahlaksız olarak algılıyorum. Çünkü hareketin arkasındaki bu keyfiyet olmayınca yapılan işlerde ahlaksız ve kötü işler manasına geliyor.

M.Ş.: İşte biz baştanda söylediğimiz gibi, bu ahlaki inceliğin önemli olduğunu bir ilke olarak ele aldığımız için, o yıllarda tespit ederek bugün neticelendirdiğimiz çalışmada bunun bir ürünü. Yani Karayılan Muştzen sizin açıklayıcı olarak demiş olduğunuz ahlak gereği kesin bir oluşu ortaya koyan bir sistemdir. Yani ahlaki açıdan olunması gereken ne ise onu açıkça ortaya koyan. Ben şunu belirtmek istiyorum, biz dövüşü şöyle ele alıyoruz. Büyüklerimizin de dediği gibi, dövüş bir koku alma işidir. Sistemimiz başta da belirttiğim üzere kaynağını dünya görüşümüze yön veren manevi dinamiklerimizden alıyor. Onlar bu konuları çok iyi ele almışlar. İnsan bakış açısını ortaya koymak için, bu tür kaynaklardan beslenmedikçe özünü yakalayamıyor. İşte bizim tespit ettiğimiz ve yakaladığımız gerçeklilik burada ortaya çıkıyor. Dinamiklerimiz eserlerinde, Boks şairlerin ve romancıların sporudur diyorlar. Biz Boks'u remz olarak yüz yüze durmak, boks yapmak Muştzen manası olarak ele alıyoruz.


BD: Af edersiniz Hocam. Aziz Köp'ün kitap türü bir çalışmasına rastladık, orada anlattıklarına bakıldığında her şeyi tek başına yapmış gibi gösterdiğine şahit olduk. Ve sizi anmadığını da esefle görmüş olduk. Siz ise ondan yeterlice söylenebilecek şeyleri dile getiriyorsunuz. Bunu anlamak zor değil mi?

M.Ş.: Ben onunla yüz yüze geldiğimde, bu durumdan dolayı özür diler. Fakat bunu topluma karşı yapamayışının sebebini de oluşamamış ruh haline bağlıyorum ve o kadar da önemli değil. Kendisiyle 1981 yılına kadar iyi bir arkadaşlığımız oldu. Sonrasında da birtakım bir araya geldiğimiz zamanlar oldu, ancak dövüş çalışmaları ile alakalı değildi. Kung-Fu camiasının meseleleriyle alakalı genel bir araya gelişlerdi bunlar. Daha sonra herkes kendi yoluna gitti. Yine önceden de ismini zikrettiğimiz Yılmaz Aydın'ı da 1979 yılından beri tanıyorum. Kendisini defalarca uyarmama rağmen ve bana da söz vermesine rağmen hala aynı yerde saymış olduğunu görmekten üzüntü duyuyorum. Hele son olarak bir gazetede yazdığı makalelerde ve kendisiyle yapılan bir pazar sohbetinde söyleyebildiklerinden dolayı ayrıca bu camia adına utanç duymaktayım. Bir türlü gerçeklere dönemiyor ve kendilerini sıfırlayamıyorlar. Önceki röportajımızda söylediklerimizden de ayrıca rahatsız olduklarını rahat rahat telefon açıp dile getirebiliyorlar. Biz hatamızı kabul ettik, eskileri karıştırmamak lazım diyor ancak aynı hataları ve yalanları rahatlıkla tekrarlayabiliyorlar. Hem de yüzlerce kez doğru olmaya çalışacaklarına söz verdikleri halde bunu yapamıyorlarsa, bundan sonra da benim onlar için yapabilecek bir şeyim yok tabii.


BD : Sizin açınızdan önemli olmadığı malumumuz.

M.Ş.: Biz 1981 yılında ayrıldıktan sonra kendiyle yakın çalışma hiç yapmadık. Ondan sonraki hali de bu camiada bulunanlarca malum. Sizin sorduğunuz soruya, niye böyle yapmış veya yapmamış, ne yapmalıydı diye cevap vermek istemiyorum.


BD: Hocam, Kung-Fu çalışmalarınız ve geçmişte yapılan hatalar neticesinde hedefe varılamayışın sebepleri üzerinde söyleşimize devam edebilir miyiz?

M.Ş.: Evet, memnuniyetle... Ben ve arkadaşlarım çok inanmıştık, dolayısı ile biz dövüşçü olduğumuz için herhangi bir şekilde rencide etmek isteyene cevaplarımız anında karşılık vermekti. Bizi görenler ister istemez kabulleniyorlardı ve kabullenmek zorundaydılar. Çünkü biz kendimizi ortaya koyuyor ve her yönüyle bunu yaptığımızı belirtiyorduk. İşte bu yıllarda Kung-fu'cuyum diyen bir Enver Beygova vardı. Ancak oda alakasız şeyleri pazarlıyordu. Benim onun isminden burada bahsetmem benimsediğim ahlakın gereğidir. Anıyorum çünkü o tarihlerde Kung-Fu yaptığın iddia eden biriydi bu kişi. Biz Kung-Fu ismiyle çalışmalarımızı başlattığımız yıllarda bu şahısın Kasımpaşa Spor Kulübünde Karate elbiseleri içinde, karate diliyle ve karate tekniklerini göstermekte olduğuna şahit olduk. Şimdiki halinin duyduklarımdan çıkardığım sonuca göre de pek farklı bir durum olmadığı gençliğimiz adına üzücü bir haldir. Çünkü yıllardır büyük ümit ve heveslerle böyle okullardan birşeyler beklemişler ve hayal kırıklığına uğrayarak güvenlerini yitirmişlerdir. Yine önceki söyleşimizde de belirttiğim isimlerden bir Aziz Köp, benim en yakından tanıdığım ve birlikte olduğum iyi bir dövüşçüydü. Daha başka birlikte çalıştığımız arkadaşlarda vardı, ancak devam edemediler ve çalışmaları bıraktılar. Bu arkadaşımla beraber 1976 yılından, 1981 yılına kadar çalışmalarımızı devam ettirdik. Aziz Köp yüreği kuvvetli, bileği kuvvetli, dövüşle ruhunda hayat üreten, doğruyu ve inandığını söke söke almak isteyen bir mizaca sahipti o zamanlar.


BD: Hocam bu eğer o kadar kolay olsaydı ''En büyük cihat, kişinin nefsi ile olanıdır'' olur muydu..?

M.Ş.: Evet, çok güzel. Fakat bu arkadaşlarımızın hepsi iyi bir Müslüman, bu ilkeleri bildikleri halde yapamıyorlar ve bunu da itiraf ediyorlar. Evet dediğiniz gibi ''En büyük cihat, insanın kendi nefsiyle yaptığı savaştır.'' Dövüş sanatlarındaki basite alınan inançsız felsefe bile bunu ilke edinmiş.


BD: İş yine dönüp dolaşıyor Ahlaki zaafa geliyor.

M.Ş.: Mutlaka. Bizim "Karayılan-Muştzen" i ortaya koymamız ve yine daha öncede belirttiğim gibi BD-İBDA'nın da bu kaynakta mührünün olması bu sebepten. Yani biz bunu bir başka şekilde ortaya koymuş olsaydık, işte o zaman diğer saçma sapan işler yapanlar gibi sapıtabilir, rotamızı kaybedebilirdik. Allah bize yardımcı oldu ve bizi BD-İBDA anlayışına vardırdı. Böyle bir anlayışı ortaya koyarak, bizlerin nasiplenerek kurtuluşumuza vesile olan tüm büyüklerimize duacıyız. Ve son olarak ismini zikrettiğimiz bir arkadaşımız daha var, kendisini sevmem nedeni ile ondan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Bu arkadaş Cevat Alp'tir. Karate' den, Kung-fu'ya gelen bu arkadaş bir arayış içinde, uyarılara imkanlarınca uyan samimi birisi. Kendisiyle ilgili hatırlatmalarımızda, bunlara uyacağını söyleyerek imkanları nispetince bir şeyler yaptığına şahit oldum. Yapamadıkları için de, yapamadığını açıkça belirten dürüst bir yapıya sahip bir kişilik. Tüm bu ve ismini zikredemediğimiz arkadaşlar için ben yanlıştan dönmeleri için duacıyım.


BD : Sizin Usta Keith ile bir anınız vardı, onu bize anlatır mısınız?

M.Ş.: Biz 1980-1984 yılları arasında yaptığımız Wing Tsun çalışmalarında Hong Kong' la direk ilişkiler içindeydik. Usta Leng Ting ile yapmış olduğum yazışmalar neticesinde çalışmalarımıza hız vermiş ve reklamlarla Türkiye'nin ilk ve tek gerçek Kung-Fu temsilciliğini açmış olduğumuzu ilan etmiştik. İşte tam bu sırada 1984 yılında benim ve grubum aleyhinde dedikodular çıktı. Almanya'da yılda bir kez yayınlanmakta olan EWTO'nun yayın organında aleyhimizde bir yazı çıkmış olduğunu ve yayının birileri tarafından ortalıkta aleyhimize olacağını düşünerekten sağa sola dağıtılması neticesinde haberimiz olmuştu. Bunun üzerine derhal Almanya'ya şatom dediği EWTO merkezine bir arkadaşımla beraber gittik. Sen böyle yakışıksız şeyler söylemişsin ve yazmışsın bunlar doğru değil dedik. Belgeleriyle Hong Kong 'un çalışmalarımızda bize izin verdiği belgeleri ortaya koyunca çok şaşırdı ve özür diledi. Bu tür yayını yapmasına sebep olan şeyi Usta Kernspecht bize şöyle açıkladı; "Beni çeşitli mektuplarla ve çeşitli söylemlerle buna zorlayan Emin Boztepe ve Yılmaz Aydın isimli kişilerdir." Yanlış bilgi veren mektupların kendisine gönderildiğini söyledi. Hatta Yılmaz Aydın' ın kendisine diploma gönderdiğini ve kendisinden de diploma istediğini de ayrıca öğrendim.


BD : EWTO başkanı Yılmaz Aydın' ı önceden tanıyor mu?

M.Ş.: Yok, hayır tanımıyor. Yılmaz Aydın kitap veya dergilerden adresini alarak bu mektupları yazıyor.


BD : Avrupa başkanı'nın, Yılmaz Aydın'a bir art niyetinin olması söz konusu değil öyleyse.

M.Ş.: Yok tabii. O sadece kendine gelen bir mektup üzerine hareket ediyor. Sadece bur da Yılmaz Aydın'ın art niyeti olduğu görülüyor. Elimizdeki belgeler Usta Leung Ting'in imzasını taşıyordu. Ancak Hong Kong'la yapılan yazışmalarda başka bir isim imzasıyla bizi tanımadıkları Keith Usta'ya bildirilmiş. Aslında bizim yaptığımız iş doğruydu, bu durumdan haberdar olan Usta Leung Ting dünya başkanı idi. Bu açıdan Avrupa (EWTO) bizi ilgilendirmiyordu. Ancak bu samimi geçen görüşme ve Usta Keith'in özür dilemesi üzerine ortam yumuşamıştı. Hong Kong'un bizim için pahalı olduğu ve kendileriyle çalışırsak daha hesaplı olacağı hususunda Keith usta beni ikna etmeyi başarmıştı. Emin Boztepe o dönemde Kassel'de okul çalıştıran bir küçük grubun sahibiydi. Bizim çalışmalarımızı duyunca hayal kırıklığına uğrayanlardan en önemlisi de oydu. Kendinden önce yapılan ve başlatılan bu çalışmalar onu sevindireceğine fesatlığından dolayı entrika çevirmek üzere harekete geçirmişti. Halende bu fesatlığı ve entrika oyunlarına devam etmekte olduğuna şahit olmaktayız ve sonunun hayırlı olmayacağını düşünmekteyiz. Bu tanımadığım bir kişiydi, ancak Yılmaz Aydın çok kez bir araya geldiğimiz, yakın ilişkilerimiz olan biriydi. Bizim her türlü yanlışlarında kendisini uyardığımızda ekmek parası, aman beni mahvetme, ne olur basına bir şeyler söyleme dediği kulaklarımda zonkluyor hala.


BD : Hainlik yapıyor.

M.Ş.: Ben ona gelip sen böyle bir mektup yazmışsın dahi demedim hala, ama şimdi duyacak. Bu mektubu usta Kernspecht ayrıca bana gösterdi. Usta Kernspecht, orada bana yeni basacağı dergide bu yanlışını düzelteceğine dair söz verdi, ancak bu sözünde bugüne kadar durmayarak karakterini de ortaya koymuş oldu. 1989 yılına kadar süren ilişkilerimiz Emin'in yanlış hareketlerinin sonucunda bitmek zorunda kaldı. Bu tarihten itibaren haksız bir şekilde çalışmaları sürdüren kardeşim Mustafa Şahin kenara itilmek istendi ve Emin Türkiye için sorumlu yapıldı. Hızlı ilerleyiş böylece sekteye uğradı. Kısa bir süre sonra'da tek başına kalan Emin, hem Almanya'da ki okulunu, hem de Türkiye'yi satarak ve ailesini terk ederek Amerika rüyasına doğru yola koyuldu. Son basıdan izlediğimiz kadarıyla da orada birkaç senedir birlikte yaşadığı 50 yaşlarındaki bir artist'le evlenmiş olduğunu duyduk. Bütün bunlar onun nasıl bir ahlak yapısının olduğunu gözler önüne sermeye fazla bile geldiğini bize düşündürüyor. Hele son olarak cereyan eden Usta Salih Avcı'nın tüm organizasyonuyla beraber EWTO dışına çıkmak zorunda bırakılışındaki entrikanın arkasında da onun isminin çıkması, bu hesaplaşmanın burada bitmeyeceğini insana ister istemez düşündürüyor. Benim başlattığım TWTO faaliyetlerinin en son olarak başına şimdi Hannover'de okullar çalıştıran Emin'in öğrencisi olduğunu söyleyen Turan diye bir şahsın geldiğini öğrendim. Ve daha başka yakışıksız şeylerde duydum. Ve duymakta olduğum şeylere, uzun bir süredir bunlarla hiçbir alakam olmadığı halde, yalan yanlış dolaylı da olsa ismimin karışması doğrusu beni üzdü. Usta Leung Ting, Usta Kernspecht, Emin, Turan ve diğerleri dürüst davranmayıp politikacılar gibi hareket etmeye devam ederlerse, bu durumdan kamuoyu vicdanında yarar değil zarar göreceklerini düşünmekteyim. Wing Tsun Dünyası ile ilgili ve yine Türkiyede'ki dövüş sporları camiası hakkında bizde çok daha açıklama sırasını bekleyen bilgiler var. Ancak onlar gibi bizim acelemiz yok. Bu bakımdan biz asıl mevzuumuza dönelim diye düşünüyorum.


BD : Konuşmalarımızın önceki bölümlerindeki ifadelerinize göre, Wing Tsun veya bildiğimiz kadarıyla Muştzen'in hedefi, kişiye zaten var olan istidadını ve kabiliyetini vermek olduğunu müşahede ettik. Buradan dövüşe hemen bir giriş yapabiliriz. Dövüşte kişiye, kendinde olanı verdiğince bir dövüş sistemi başarılı olabilir veya ona bir dövüş sistemi denilebilir herhalde ?

M. Ş.: Bu konuda söylenecek çok şey olduğu için bayağı zor bir mevzu. Onun için ben sadece sizin dediklerinize katılıyorum. Fakat söylenecek şeyleri de şöyle açabiliriz. Kişiye kendinde olanı vermek, buda tabi ki sanattır zaten ve dövüş sanatı olmasının sebebi de odur. Diğer manada Türkiye'de (Yapılması gerekenin),bugün anlaşılamamasının sebebi de burada yatmaktadır.Türkiye'de ki söylem bugüne kadar hep spor anlamındaydı, yani başka bir anlayış yok. Bu manada kendisini yalnız spor yapmaktan soyutlamış, bir Wing Tsun gerçeğini göz ardı edemeyiz tabi ki. Bu türden çalışmalar da ancak, sanatçı ruhlu ve ilkeli kişiler tarafından anlaşılabilir. Zaten kendinde olanı kendine vermekte bir sanattır. Wing Tsun'da bunu başarmış bir sistemdir ve bugünde Türkiye'de bu anlayışıyla hızla yayılmaktadır. İnşallah hak ettiği yere bu anlayışıyla birlikte gelecektir de. Biz sanki Wing Tsun'a karşı "Karayılan-Muştzen"i ortaya koymuş gibi görünüyoruz. Fakat aslında öyle bir durum yok. Biz yapılması gereken ortaya koyuyor ve ahlakımıza, kültürümüze uygunluğuyla yeni bir oluşuma imza atmış bulunuyoruz. Wing Tsun'un sevdiğimiz, ilkeleriyle beğendiğimiz ve çalışmalarımızın temelini oluşturan bir sistem olduğunu açıkça ifade ediyoruz zaten. Wing Tsun'da yol açık ilerle, rakibe fırsat verme, takip et, kuvvete kuvvetle karşılık verme ve rakibi kontrol altına al gibi prensipler temel alınmakta. Bu da tamamen bir his işi, konuşmalarımızın başında belirttiğimiz gibi "Dövüş koku alma işidir". Onun için bizim bunu dünya görüşümüzle birleştirmemiz, çalışmalarımızda bizlere daha bir zenginlik sağladı. Bu gün Tefenni ahlakı dediğimiz ve dünya görüşümüzle birlikte, Wing Tsun dövüş sanatı'ndan da bölümler bünyemize almamız bu sebeptendir. Wing Tsun'un gerçek manada dövüş sanatına ilmi açıdan, denemeyle ortaya en güzeli koyuyor olması meselesi...


BD: Yani sanatın icat ve üretim manası alan olarak Wing Tsun'da yerini bulmuştur diyorsunuz.

M.Ş.: Bugün Çin Dövüş Sanatlarında yer teknikleri yoktur. Mesela güreş yoktur ama, bu Avcı Wing Tsun tarafından kabul edilmiş ve uygulamaya sokulmuştur. Çok fazlada ilgi görmüş ve benimsenmiştir. Wing Tsun'da güzel ve doğru olan her şeyi bünyesine alıyor olması açısından anlayışımıza çok yakındır.


BD: Sizin bir güreşçi yönünüz olduğunu biliyoruz, "Karayılan-Muştzen" de çok ağırlıklı bir yerinin olduğunu duyduk. Hem yapımızda, inancımızda ve hem de geleneğimiz de var olan ata sporumuzu biraz açar mısınız?

M.Ş.: Hz. Hamza (R.A) güreşçilerin piri olarak kabul edilir. "Karayılan-Muştzen" in bir bölümü başlık olarak "Hamza" çalışması olarak adlandırılmaktadır. Burada bilinen normal- puanlı güreşte uygulanmayan, ancak karakucak- yağlı güreşlerde uygulanan yer hareketlerinin seçilmiş olanları, yani mükemmel güzel olanları vardır. Dediğimiz gibi bunlar "Hamza Çalışmaları" adıyla adlandırılmışlardır. Hemen ilk başlayanlara değil de, üst seviyedekilere gösterilen bir çalışmadır. Alamadığımız tekniklerde muhakkak vardır, zaman içersinde onları da alabiliriz. Sonuçta biz güzel olan her şeyi alma ilkesine sahibiz. Yeni ne kadar güzel dövüş sanatları ortaya çıkar ve onları tanıyabilirsek kendi bünyemize alabiliriz. Bünyemiz sınırlı değil ve Hadisi Şerif'te belirtildiği üzere "İlim Mümin'in Yitik Malıdır, Nerede Bulursa Onu Alır" çerçevesi içinde bizde gördüğümüz tüm güzellikleri alma hakkına sahibiz.

Kimse bize, sen bunu alamazsın deme hakkına sahip değildir. Aynı zamanda herkes de alabilir ancak, nasıl alabileceğine dair daha önce izahat yapmıştık.


BD: Hocam, şimdiye kadar ki konuşmalarınızdan çıkardığım bir sonuç var benim; Fiziki kuvveti idealize etmek yok söylediklerinizde, ruha nispetle bir fiziki kuvvet olabilir. Sizde ona nispetle olması gerektiğini, bunun aksi bir şeyin hayvan sıhhatinden öteye geçemeyeceğini söylüyorsunuz. İşin ahlaki boyutu, bana bunları tedai ettirdi. O halde burda hemen şunu sormak istiyorum; kuvvetli ve sağlıklı olmak için, daha iyi ve daha çok adam dövebilmek mantığıyla dövüş sporlarını icra edenlere söyleyecek herhalde bir iki mesajınız olacak...

M.Ş.: Evet... Demin de izah ettiğimiz gibi fiziki oluşumların hepsi ölmeye mahkumdur. Dolayısı ile kalıcı olan ruhtur, onu mükemmelliğe ulaştırmak da bizim hedefimizdir. Yani bir insanın varlığında ki hedef ruhtur, ikinci manada yaşadığı zaman içersinde de, gerekli olduğu için fiziki oluşumdur. Bu da hiçbir zaman hayvani sıhhate kavuşmak için değil, ruhi mükemmelliğe ulaştırmak içindir.


BD: "Karayılan- Muştzen" bu ruha sahip olmayanların yapabilecekleri bir Dövüş Sanatı değilmi?

M.Ş.: Tabii, kesinlikle. Bizim herkesle kontağa geçip ne olursan ol gel mantığı bizde yok. Yani herkesin ağzına doladığı doğruyu yanlışta kullanma metodu bizde yer almamaktadır. Bizim çalışmalarımıza gelen insan fedai olacak, kurbanlık koyun olacak. Ama niye? onu öğrenecek, neden? onu öğrenecek, nasıl olacak? onu öğrenecek ve niçin olacak? onu öğrenecek. Bu manada hakikaten kurban olmayanlara yer yok.



BD: Yani şimdiye kadar ondan neler gasp edildi onu öğrenecek. Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek'in ifadesiyle "Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik..." , yani böyle bir gençliğin ve yaşanmaya değer bir hayatın yoğrulacağı bir okul aynı zamanda...

Hocam son olarak üzerinde önceki söyleşimizde fazlaca durmuş olduğumuz federasyon hakkında sormak istediğimiz kısa bir soru var. İsimlerinden sık bahsettiğimiz ve bu sorunu kimlikleriyle yıllardır daha büyük bir sorun haline çevirerek çıkmaza sokanların aynı söylemlerle hala utanmadan sahnede görünmelerine ne dersiniz?

M.Ş.: Artık fazla bir şey söylemeye gerek yok. Biz ne söylersek söyleyelim yine herkes anlamak istediğini anlayacak. Federasyon için bir araya gelinmek istendiğini bende duymaktayım, hem de yıllardır ele geçen bu fırsatları harcayan kişiler tarafından. Bu birliktelik nasıl mümkün olabilir, sohbetimizin bir çok yerinde bundan bahsettik. Bilmiyorsan tabi ol ve bir bilene bırak, o ne yapacaksa yapsın. Yani sizinle alakalı güzellikleri ortaya koyacak varsa bilene tabi olacaksın ki sende kurtulasın. Yoksa başka türlü bu işler halledileceğe benzemiyor. Birileri sırf kendini tatmin edecek ve çorbasını kaynatmaya vesile yapacak diye bu türden kalkışmalara papuç bırakılmamalıdır.


BD: Hocam, böyle bir sohbet imkanını bize verdiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. İnşallah bundan sonra daha çok beraber olacağız.

M.Ş.: İnşallah, bende çok teşekkür ediyor yayın hayatınızda başarılar diliyorum.



Not: Bu söyleşi 1997 yılında yapılmış olup, tarihi niteliği nedeniyle arşivlenmiştir...

Mehmet Şahin ile Söyleşi: Metin

Abonelik Formu

05322121225

  • facebook
  • generic-social-link

©2020, Muştzen Akademi tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page