top of page
Bunun nasıl çalıştığını görmek için sitenizi yayınlayın ve canlı sitenize gidin.
BD AYDINLIK SAVAŞÇILARI
Aşağıdaki foruma göz atın ve toplulukla paylaşmak istediğiniz soruları, ipuçlarını ve diğer her şeyi göndermeye başlayın...
Forum'a hoş geldiniz..!
Haber, röportaj, araştırma, inceleme, yorum, video, fotoğraf...
2Güncel Haber
Güncel olayları bu alanda paylaşabilirsiniz...
13Dövüş Sanatları Dünyası
Dövüş Sanatları hakkında her şey...
79Spor...
Sporun her türü hakkında...
2Sağlık
Sağlık ve sağlıklı yaşam hakkında...
4İlim
İlim hakkında herşey...
20Tarih
Tarihi olaylar ve hikayeler...
8Sanat
Sanat hakkında...
1Kültür
Dünya medeniyetleri hakkında...
10Edebiyat
Edebi eserler ve ustalar...
3Fikir
Ruh ve Fikir dünyamız...
44Yolumuzu Aydınlatanlar
Yolumuzu aydınlatan öncüler hakkında her şey...
17Bilim
Bilim hakkında her şey...
1Teknoloji
Yeni teknoloji gelişmeleri ile ilgili herşey...
2Seyahat
Seyahatler ve muhteşem güzelliklerimiz...
4Medya
Yayın dünyasında olanlar...
12Sinema
Sinemada gösterimde olan filimler...
7Alışveriş
Alışveriş ve piyasalar...
6
Yeni Mesajlar
- FikirSaadeddin Ustaosmanoğlu • Kökler Derneği Sohbetleri • 10 Mayıs 2025Beğen
- Wing Tsun DünyasıWTEO ESCHBORN MAI 2025Beğen
- Yolumuzu AydınlatanlarProf. Dr. Mahmud Esad Coşan, Üstad Necip Fazıl’ı anlatıyor Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan, İstanbul’da 12 Mayıs 1993 yılında “Necip Fazıl Anma Toplantısı”nda yaptığı sohbette Necip Fazıl’ı sıradan bir şair değil, iman ve aksiyonun bayraktarı olduğunu anlatıyor. Onun Abdülhakim Arvâsî Hazretleriyle tanıştıktan sonra yaşadığı dönüşümü Mevlâna ve Gazâlî’ye benzetiyor. Sohbette Batıcı edebiyat anlayışını eleştirirken, Necip Fazıl’ı da İslâm davasının mücahidi olarak niteliyor. Genç nesillere Üstad’ın şiirlerini anlayarak ezberlemeyi ve fikirlerini kuşanmayı tavsiye ediyor. İşte sohbetin tamamı: Allah'a hamd-ü senalar ve hadsiz hesapsız şükürler olsun ki asil milletimiz, değerli gençlerimiz, İslam'a hizmet edenleri unutmuyor. Allah Teala, Habib-i Edibi Muhammed-i Mustafa'sı için "Ve mâ allemnâhu'ş-şi'ra ve mâ yenbeğî leh" buyurmuştur. “Biz Azimüşşan o Habibimize şiir öğretmedik. Hem ona şiir gerekmez” buyuruyor. Çünkü insanlar Kur'an'ın o eşsiz lirizmini, etrafındaki insanların şiirlerindeki ahenk gibi görüyorlardı da Efendimizi şair sanıyorlardı. Halbuki o insanlığa Allah'ın yolunu gösteren, insanlığa kurtuluşu gösteren çok yüksek vazifelerle muvazzaf, çok yüksek bir şahsiyetti. Arap’ın en fasihi olmakla beraber, Arap'ın dil güzelliği bakımından, dil doğruluğu bakımından en fasihi, en tatlı, en güzel konuşanı, en özlü konuşanı olmasına rağmen, elbette “şiir bir zîverdir (süstür) ama biz gibi nakıslara, ol ki kâmildir, anı muhtacı ziver kılmamış” dediği gibi Fuzuli'nin. Şiir bizler için bir süstür ama. Çünkü biz nakısız, süslenmeye ihtiyacımız var. O kâmil olduğundan onu süse muhtaç kılmamış Allah Teala. Onun için şiirle meşgul olmamış Resulullah Efendimiz. Evet, şairlerin içinde sapıklara önderlik edenler var. "Ve'ş-şu'arâu yettebiuhumü'l-ğâvûn." Ve her türlü fitne ve fesat ve yalan ve iftira vadisinde şaşkın şaşkın, umutsuz, gayesiz, zevksiz, tatsız, at oynatanlar, koşturanlar, deli divane gezenler var. Ve yapmadıkları, yapmayacakları şeyleri söyleyen yalancılar var. Ama onların mukabilinde Allah Teala’nın ayetle övdüğü şairler de var. "İllellezîne âmenû", iman eden, "ve amilü's-sâlihât", Allah'ın rızası istikametinde güzel, uygun, doğru, münasip, haklı işler yapan, "ve zekerullâhe kesîran", Allah'ı hiç unutmayıp çok zikreden, gönlünü Allah'a bağlamış, "ve'ntesarû min ba'di mâ zulimû", İslam hücuma uğradığı zaman onu korumak için elindeki o beyân kuvvetini İslam'ın hizmetine koymuş mücahit şairler de var. İşte o necip şairlerden, o asil şairlerden, o mücahit şairlerden, o Allah'ı çok zikreden şairlerden birisi de Necip Fazıl. Müthiş bir şahsiyet. Gençliğinde çekici, yakışıklı bir delikanlı. Heybeliada Deniz Askeri Okulu'nda kim bilir, belindeki kılıcıyla cumartesi pazarları dışarı çıktığı zaman bakanı nasıl hayran bırakan cazibedar bir kimse. Tefekkürünün, düşüncelerinin derinliğinin her birisi yüz hatlarına nakşolmuş. Her çizgisinin, yüzündeki her hattın muhakkak ki bir başka sebebi var, kaynağı var. Olağanüstü bir şahsiyet. Enerji dolu bir insan. Dokunsanız patlayacak gibi bir zeka dolu kocaman bir baş. Ve insana korku veren bazı tikleri var idi. Pırlanta gibi çok yüzlü, çok yönlü, çok ışıklı, çok yönden ışıl ışıl, pırıl pırıl bir şahsiyetti. Diline, sanatına diyecek yok. Herkesin anladığı bir Türkçe ile, temiz, pırıl pırıl, arı duru, açık seçik bir Türkçe ile şahane güzellikte kullanıyor. Türkçeyi, hece şiirini en güzel eserleriyle yüceltmiş bir kişi. Şaheser eserler veren, her eseri, her mısraı şaheser olan, her benzetmesi, her beyti deftere yazılıp ezberlenecek olan bir eşsiz, emsalsiz üstat. Çok çarpıcı ve sarsıcı benzetmeleri olan, harika teşbihleri olan bir kimse. Pascal hayatında bir dönüş yapmış da inkardan imana, dindarlığa gelmiş. Onu anlatırken Kadıköy'de kalkmak üzere olan vapura koşup koşup da vapurun ayrılması üzerine yetişemeyen, atlayamayan insan diye gözünün önüne bir sahne sererek anlatmak istediğini anlatan büyük bir söz ustası. “Ruhum kelle şekeri, vehimlerse karınca. Kömürden kara rengim, onlar beni sarınca” diye anlatmak istediği çok şeyi az sözle, çok muhteşem biçimde, unutulmayacak şekilde anlatabilen bir usta. Muazzam bir mütefekkir. Bu nesiller üzerinde çok büyük hakkı olan bir şahsiyet. "Eddâllü ale'l-hayri ke-fâilihî" hadis-i şerifine göre, hayra delalet eden, onu işlemiş gibi ecir alacağına göre, çok büyük sevaplar kazanan bir kimse. Çok muhteşem bir çığır açmış olan ve bir profesör arkadaşımızın Londra'da Türk elçiliğinde bir resmi işi için beklerken kuşe kağıda yazılmış Türkiye'yi güya tanıtan bir eserde okumuş olduğu satırlar: "Türkiye Cumhuriyeti İslam dininin ve İslam kültür ve medeniyetinin bütün izlerini tamamen silerek Batı ailesine dahil olma kararındadır." diye kuşe kağıtlara, milletin parasıyla, devletin hazinesiyle, milletin idam fermanını yazan insanların karşısına “Olmaz böyle şey! Yapamazsınız, yapamayacaksınız, yaptırtmayız, yaptırmayacağız! diye çıkan muazzam bir mücahit. Hapse girmek, ölmek onun için bir şeref. Hiçbir şey kendisini yıldıramamış. Muhteşem bir yazar ve eşsiz bir konferansçı, konuşmacı. Mutlaka konuşmalarında salonlarda tıklım tıklım dolar, balkonlardan insanlar taşardı. Yer bulamazdınız, giremezdiniz, çıkamazdınız. Üstadın sanki olağan hiçbir şeyi yoktu. Her şeyi olağanüstüydü. Efsanevi bir hayatı vardı. Konuşması, edası, tavrı, cevabı, tenkidi, her şeyi hamasi, efsanevi idi. Hiç de ortamı, çevresi, muhiti müsait olmadığı halde hani birisi söylemiş ya bizim namımıza, "Biz bu rejimin imalat kusurlarıyız." diye. Muhitine inat ve milletin fertlerine verilmek istenen şeklin tamamen zıddı, dindar, mümin bir edebiyatçı. Zamanenin Kâ'b İbn Züheyr'i, zamanenin Hassân İbn Sâbit'i, zamanenin Kâ'b İbn Mâlik-i Ensârî'si gibi. Rıdvanullahi Teâlâ aleyhim ecmain. Ömrü boyunca bir ideali görmek için, tahakkuk ettirmek için gece gündüz, şehir şehir, kasaba kasaba, salon salon gezen bir insan. Ve bütün mücahitlerde emeği, alın teri olan, katkısı olan bir usta. Peygamber (s.a.v.) Efendimize şiir gerekmiyordu ama Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, "Ve inne mine'ş-şi'ri le hikmeten." "Şiirlerin bir kısmı mahza ibrettir, hikmettir ve güzeldir." buyurmuş. Ümeyye İbn Ebi's-Salt'ın yüz beyitlik şiirini dinlediği zaman, neredeyse Ümeyye Müslüman olmaya yaklaşmış. Lebid'in "Elâ küllü şey'in mâ halallâhu bâtılü" mısraı için "Şairlerin söylediği en doğru söz" diye takdirini bildirmiş. Kâ'b İbn Züheyr'e hırkasını giydirmiş Peygamber (s.a.v.) Efendimiz. İşte öyle bir hırka giyecek kimse Necip Fazıl. Maraşlı bir aileden doğmuş. O mübarek Maraş’ımızın toprağında bir sütun var. Şair ruhlu insanlar yetiştiriyor. Hem de kuvvetli. Türkçe’yi çok güzel kullanan insanlar. “Mektup yazdım Hasan’a, ha Hasan’a ha sana” gibi böyle tatlı, güzel, zarafet dolu sözler söyleyen, evlatlar yetiştiren diyarlardan. Amerikan-Fransız kolejlerinde Batı’nın dışı yaldızlı ama içi karanlık çürük kültürünü ve zaafını teşhis etmiş. Bahriye Mektebi'ne sıradan insanları almazlar. Her yönden sıhhatli ki orada bir süre okumuş. O ruhun kelle şekerini karıncalar sardığı gibi vehimler sardığı için, o vehimlerin cevabını bulmak için de felsefe bölümüne gitmiş, bizim Edebiyat Fakültemizin. Ama felsefe kimi doyurmuş ki? Hangi filozofu kurtarmış? Fransa'ya gitmiş. Belki iftiradır, belki gerçek. Böyle insanlar düz kalıplara sığmazlar. Kaidelere uymazlar. Talebelik küçük bir şeydir, Necip Fazıl gibi büyük ruhu olan bir insan için. Belki de nefret etmiştir Fransızcıklardan. Kendisi istemiş, dönmüş, gelmiştir. Şu bizim çamurlu, isli paslı, tatlı vatanımızı özlediği için. Velüd bir edip. Her sahada eser vermiş. Tiyatro, fıkra, hikâye, makale, tarih, tenkit, biyografi, tasavvuf, din ve arkadaşlarımızın anlattığı gibi şöhretin tadını tatmış, barajını aşmış, övgüleri, sevgileri görmüş, alkışları tatmış bir kimse. Ama bir büyük değişikliğe uğrayıveriyor. Gazâlî de öyle olmuş. Gazâlî de altın sırmalı cüppe giyip kocaman kavuk sararken Şam'daki Emeviye Camii'nin minaresinde itikaflara girivermiş. Kitapları, medreseyi, tedrisi bırakıp ruhunu doyuracak yolları bulmaya yönelmiş. Mevlâna Celaleddin-i Rumi Konya'nın sevilen, sayılan bir âlim, fazıl kişisi iken Şems-i Tebrizi ile karşılaşınca hayatının çizgisi alt üst oluvermiş. Hacı Bayram-ı Veli hakeza. Akşemseddin hakeza, böyle. Yine bir fikir adamının olan yakın zamanımızın misalleri, Nurettin Topçu rahmetullahi aleyhin ecmain, hakeza. Geziniyorlar, arıyorlar ve anında bir büyük değişme gözümüzün önünde, ani bir değişmeyle karşılaşıyoruz. Kur’an-ı Kerim’de buyrulur ki “Ey İman Edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah, Kendisinin onları sevdiği ve onların da O'nu sevdiği; mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı izzetli, Allah yolunda cihad eden, kınayıcının kınamasından korkmayan bir halk getirir.” Ya da şairin “Aşk odu evvel düşer mâşuka, andan âşıka, şem’i gör kim, yanmadan yandırmadı pervaneyi” manasıyla Gümüşhanevi Hazretleri (k.s), ticareti terk edip babasına bir özürname gönderip, “Babacığım ben ilmi, irfanı, imanı seviyorum. Ticaretten mutlu olamadım, olamıyorum. Beni affet ben İstanbul’da kalacağım, ilim irfan öğreneceğim.” diye İstanbul’a yerleşmişken, Ahmet İbn Süleyman Ervadî Hz. (Şam müftüsü) kalkıp Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi Hazretlerine geliyor ve diyor ki “Bak, Trablusşam’dan ben sırf seni irşad için geldim. Vazifem seni irşad etmek, meşaleni yakmak. Nice nice eserler vermiş, nice nice halifeler yetiştirmiş, nice büyük tesirler meydana getirmiş olan o Gümüşhanevî Hazretleri hizmete başlamış oluyor. Necip Fazıl (mekânı cennet olsun) da öyle. Müthiş bir kabiliyet. Abdülhakim Arvasi Hazretleri onu ele alıyor. Evliyaullah'ın nazarında insanların gönülleri ve kabiliyetleri ve istikballeri ayan, Allah'ın lütfuyla. Ve Necip Fazıl o mübarek zatla tanıştıktan sonra o Mevlâna gibi, Hacı Bayram-ı Veli gibi, Gazâlî gibi, Akşemseddin gibi Nurettin Topçu gibi birden o eşsiz cihad hareketine giriyor. Ve sanatını, varlığını, hizmetini, heyecanını, gayretini, bütün kuvvetini o “sonsuzluk kervanı” dediği, bağlandığı büyüklerinin izinde, o hizmette ömrünü geçiriyor. En mühim olan nokta o. Bizim kardeşlerimizden biri gelmiş, hocamız Mehmet Zahid Bursavi Efendimize, oturmuşlar saatlerce sohbet etmişler. Samimi Karadenizli bir kardeş, “Efendim” demiş, “Bu ne haldir? İçimde size karşı öyle bir sevgi var, öyle bir bağlılık var, öyle bir tat duyuyorum ki, biliyorum sizi rahatsız ediyorum belki, çekiniyorum ama sohbetinize doyamıyorum ve yanınızdan da ayrılmak istemiyorum. Bu ne haldir? Çok şükür ki sizi bulmuşum.” deyince, demiş ki evladım: “Sen mi bizi buldun, yoksa biz mi seni bulduk?” kendisinin ağzından dinlemiştim. İşte Necip Fazıl böyle bir meşale ile tutuşturulmuş ve bundan sonraki hizmetleriyle bakıyoruz karşımızda çok samimi bir derviş, bir tarikat ehli, bir tarikat kardeşimiz. Ama başkalarına da faydası olan ve çok ince meseleleri çok zarif bir şekilde çok güzel anlatan, Râbıta-i Şerife diye, Halkadan Pırıltılar diye, Çöle İnen Nur diye, Tanrı Kulundan Dinlediklerim diye, Peygamber Halkası diye, Yüz Bir Hadis diye, çeşitli dini, tasavvufi, İman Atlası diye, yani kendi zevkine göre bir ilmihal kaleme alan biri. Yani böyle pasif değil, aktif, cayır cayır yanan ve yakan konuları böyle anlatan, eserleri yazan bir kimse. Ve tasavvufa bu dil ile, Peygamber Efendimizin hayatına “Esselam” kitabıyla, güzel Türkçemizle çok güzel katkılar sağlamış olan bir mübarek kimse haline geliyor. Kendisini seviyoruz, yol arkadaşımız, tarikat kardeşimiz, tanıdığımız bir kimse. Ama sadece o değil. Necip Fazıl bir bayrak bizim için. Bizim karşımızdakiler Tevfik Fikret'i bayraklaştırmışlar bize. Tevfik Fikret Robert Kolej'de hoca. Yazdığı şiirlerle İslam'a, kurbana, bayrama, Müslüman'a rencide edici ifadeler kullanmış bir kimse. Türkiye'de Batıcılığı, Batı hayranlığını, Batı kültürünü benimsemeyi temsil eden bir kimse. Onun için bayraklaştırılmış. Ve kurnazlar, edebiyat kitaplarında Tevfik Fikret'e çok büyük bir yer ayırıyorlar. Tevfik Fikret'i çok ballandıra ballandıra tafsilatıyla anlatıyorlar. Kurnazlıkları şu: Yani Tevfik Fikret çok büyük bir şair, çok büyük bir mütefekkir. Bak onun tercihi Batı olmuş, Batı medeniyeti olmuş. İslam medeniyetine önem vermemiş, karşı çıkmış, tenkit etmiş. Aman bunu iyi öğrenin. İşte siz de böyle olun. Bir bayrak. Ve Edebiyat Fakültesi'nde şimdi profesör olan bir hanım öğrenci arkadaşımız vardı. Biz de Edebiyat Fakültesi'ndeyiz. O da Edebiyat Fakültesi'nde. Ben Şarkiyat bölümündeyim, o Türkiyat bölümünde. Tevfik Fikret'ten söz açıldı da “Ben onu sevmiyorum.” deyince, "Ah!" dedi. "Hayatımda ikinci defa Tevfik Fikret'i sevmeyen insan gördüm." dedi. Dedim, "Çok başka yerlerde dolaşmışsın da ondan." Çünkü bu millet imana, İslam'a hizmet edeni seviyor da ona hıyanet edeni de affetmiyor. Sen milletin içine gir bakalım. Yani edebiyat kitapları bir şeyler yazabilir. Bir taraf, su şişesinde balık olsam diyenler, yazdıkları kitapları meyhanelerde yazanlar, Büyükada'da gayrimüslimlerle sohbet ederek eserlerini edebi eser diye ortaya atanlar... Tevfik Fikret'i severler, onlar Agop'u severler. Meyhaneciyi, kendilerine şey yapan kimseleri severler. Dünyaları farklı. Ama millet sessiz bir protesto ile, sessiz bir nefret ile onları hiç sevmez. Ancak resmi zorlamalarla anılırlar. Hac yolculuğumuz vardı. O gün Türkiye’de bulunmayız diye bugün Necip Fazıl’ı anma vazifemizi yapalım diye 3-5 gün önce bu toplantıyı yaptık. Biz Necip Fazıl'ı bir dost, bir üstat, bir kardeş olarak görmüyoruz. Necip Fazıl bir bayrak, bir “İdeolocya Örgüsü”nün muallimi. İnsanları hakka, imana, İslam'a hizmete davet eden bir mücahit, bir aksiyon insanı. İstiyoruz ki Necip Fazıl'ı çok iyi tanısın kardeşlerimiz. Necip Fazıl'ın divanını, şiirlerini ezberlesin. Bakü’ye gittiğimiz zaman, Fuzuli de Azeri şairlerdendir dedim. Bana orada anlattılar. Hocam dediler isterseniz sizi burada bir köye, kasabaya götürelim. O kasabanın ahalisinin hepsi Fuzuli'nin divanını baştan sona ezbere bilir, dediler. Biz kardeşlerimizden Necip Fazıl'ın bütün şiirlerini manasını anlayarak ezbere bilmelerini istiyoruz.Ne sen,Ne ben,Ne hüsnünde toplanan şu mesâ,Ne de âlâm-ı fikre bir mersâOlan bu mâi deniz,Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.Cümle geçmişlerimizin, Necip Fazıl'ın ruhu için El Fatiha. Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah. İstanbul’da 12 Mayıs 1993 yılında “Necip Fazıl Anma Toplantısı” başlığı altında Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan’ın sohbeti •Beğen
BD Forum: Forum
bottom of page