
“Biz, bu tarihi dönemleri, insanlar arasında, ondan ona devreder dururuz.”[1]
Bu, ilahi bir kanundur.
Azgın Firavun’un Mısır’ına bakın…
Allah’a meydan okuyan Eski Yunan’a bakın…
Muhteşem Kisralar imparatorluğuna bakın…
Roma’ya, Bizans’a bakın…
Bakın, hepsinin yerinde yeller esiyor. Yıkılmaz zannettikleri surlarının harabeleri, âleme ibret vesikası olarak duruyor.
“Ben yanılmam.” derlerdi. Nutuklarında ilelebet yaşayacaklarını söylerlerdi.
Hitler ve benzeri gibi hızını alamayanlar, “Bin yıl yaşamaktan” söz ederlerdi.
Kimi üç sıfırda, kimi iki sıfırda, kimi bir sıfırda yanıldı. Ama yanılmayan hiç olmadı.
Korku imparatorluklarının ecelinin yakın olup olmadıklarının işaretleri vardır:
a- Kendine, insana ve eşyaya zülmün arşa dayanması,
b- Servetle şımarmış zalimlerin fısk-ü fücuru.
c- Allah’a, kendine ve insanlığa karşı sorumsuzluk.
Halkının ve yöneticilerinin içi boşalmış olan uygarlıklar, hala ayakta duruşlarını sermayelerine borçludurlar.
Kokuşmuş olmalarına rağmen her şey dışarıdan muhteşem görülebilir. Çünkü bütün sermaye vitrine yatırılmıştır.
Müslümanın akıllısı, ağaçların gövde çapına veya kalınlığına değil, kök ve gövdelerinin çürüyüp çürümediğine bakar.
İçi boşalmış, kökleri çürümüş ağaçlar, ne kadar kalın olursa olsunlar, onları yıkacak bir fırtına mutlaka bir yönden gelir.
Şimdi, fırsat olursa çalışma zamanıdır.
[1] Âl-i İmrân Sûresi, 140.
Not: Yazının devamı İsmailağa Dergisi'nin Haziran 2020 sayısının içinde...